Bu sistem devam ettiği takdirde demokratik toplum düzenini sürdürmek mümkün olmayacaktır!

Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu bugün Genel Başkanlığını yaptığı Gelecek Partisi’nin açılışında konuştu. Davutoğlu yaptığı konuşmada, daha önceden olmasının zaruri olduğunu savunduğu başkanlık sistemini eleştirdi. İktidarı, gücü tekelleştirmekle suçlayan Davutoğlu, partisinin vaatlerini açıklarken, gelinen düzende ki olumsuzluklara karşı düzeltici reformlar yapacağını, başkanlık sisteminden tekrar parlamenter sisteme geçeceklerini, güç ayrılıklarını tekrar inşa edip, kamunun denetime açık bir hale getirileceğini, yolsuzluklara karşı daha şeffaf bir yargının inşası için yeni Anayasa yapacaklarını ve toplumda özgürlükçü laik bir düzeni getireceklerini söyledi.

YARGI BAĞIMSIZLIĞI

Özellikle hakim ve savcıların kimsenin kimliğine, makamına bakmadan bağımsız bir şekilde adaleti sağlamaları için yargı bağımsızlığına yönelik her türlü yasal düzenlemelerin yapılacağını söyleyen Ahmet Davutoğlu, ‘’ Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK), ‘Hâkimler Kurulu’ ve ‘Savcılar Kurulu’ olarak ikiye ayrılacaktır. HSK’nın disiplin kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulmasını engelleyen hüküm değiştirilecektir. Adil yargılanma hakkı, savunma hakkı, mahkemeye erişim hakkı gibi evrensel değerler haline gelmiş hakların, vatandaşlarımız tarafından etkin bir şekilde kullanılmasının yolu açılacaktır. Tutuklamanın istisna olması ilkesi titizlikle uygulanacak ve objektif kıstaslara bağlanacaktır. Suçların şahsiliği ilkesine, masumiyet karinesine ve lekelenmeme hakkına özen gösterilecektir. Güç yozlaşması ve gücün tekelleşmesi birçok sapmayı doğurur. Buna karşı çare, güçler ayrılığı ilkesine dayalı demokratik hukuk devletidir. Güçler ayrılığı ilkesine dayanan yeni anayasal düzenimizde demokratik hukuk devleti ve milli irade perspektifiyle denetlenmeyen hiçbir güç olmayacaktır. Güçler ayrılığı garanti altına alınmalıdır. Bunun için yasama erki; yürütme ve yargı erkleri karsısında dengeleyici bir özerkliğe sahip kılınacaktır. Millet tarafından doğrudan seçimle işbaşına gelen TBMM yasama görevini yaparken hiçbir şekilde ve hiçbir güç tarafından baskı altına alınamaz. Son anayasa değişikliği ile işlevini ve önemini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olan TBMM’nin siyasal etkinliği mutlak surette artırılacaktır’’ Dedi…

ELİNİZDE İMKAN VARKEN NEDEN YAPMADINIZ?

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun bu konuşmalarına bakıldığında, gayet olumlu ve olması gerekenlerden bahs ediyor ama hemen şunu sormak gerekiyor. Başbakanlığınız zamanında, elinizde her türlü imkan varken neden bu dediklerinizi inşa etmeye çalışmadınız? Bu söylenenler bir ülkenin geleceğine hizmet eden bir anlayış iken, bu dediklerinizi yapmaya alı koyan neydi? Sizin için ülkeniz mi yoksa partiniz mi daha önemliydi o dönemler? Başkanlık sisteminin Türkiye için zaruri olduğunu savunurken, bugün şikayet ettiğiniz noktalara kadar geleceğini tahmin etmediniz mi? Eğer savunmuş olduğunuz bir sistemi bugün eleştiriyorsanız bunda sizin de suçunuz yok mu?

Davutoğlu konuşmasının devamında ‘’ Ülkemizde yıllarca uygulanan Parlamenter Sistem’in de 2016 Referandumuyla benimsenen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin de bu demokratik kriterleri karşıladığını söylemek mümkün değildir. Başkanlık Sistemi, hemen her alanda yürütmenin yasama ve yargı üzerindeki etkisini artırma ve yürütmeye mümkün olduğunca fazla güç devretme düşüncesiyle inşa edilmiştir. Yeni sistemle birlikte; karar alma süreçlerinde ve yetki kullanımında yaşanan daralma yönetimde ciddi bir verimlilik, etkinlik ve güven sorunu ortaya çıkarmanın yanında, demokratik standartlarda da sert bir düşüşe yol açmıştır. Bu sistem devam ettiği takdirde demokratik toplum düzenini sürdürmek mümkün olmayacaktır. Bu çerçevede, ülkemizin tarihi tecrübesi ve mevcut yapısını göz önünde bulundurarak, her türlü vesayetten arındırılmış demokratik bir Parlamenter Sistemi savunuyoruz. Devlet mimarisinin yeniden tanziminde temel ilkemiz süreklilik içinde değişimdir. Devlet yeniden tanzim edilirken statükoculuğa dayalı kurumsal asabiyet terk edilecek, ancak kurumsal kültür ve hafıza özenle korunacaktır. Kamu yönetiminde etkinliğin, kurumsallaşmanın ve şeffaflığın sağlanması, Türkiye’nin en önemli meselelerinden biridir. Güçlü bir merkezi yönetimin ilk şartının, yerinden yönetime verilen önem ve açılan alan miktarı olduğunu düşünüyoruz. Türkiye, yerel yönetimler sorununu konuşurken telaffuz edilmeyen korkular ve tabular yüzünden ne yerel ne de merkezi reformları yapamamıştır. Yerinde halledilebilecek hiçbir başlık merkezden idare edilmek zorunda değildir’’ dedi… Peki Davutoğlu daha önce ne demişti?

Tarih, 14 Nisan 2015 “Yetki kargaşası ile malul hale gelmiş olan idari yapının ve yürütme erkinin yeniden düzenlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Yürütme erkinde yetki-sorumluluk dengesinin hiçbir tereddüde mahal vermeyecek bir açıklıkta ortaya konması, yönetimde etkinlik ve hesap verilebilirlik ilkelerinin hayata geçirilmesi açısından bir zarurettir.”

Tarih 28 Aralık 2015 “Bize göre en doğru form başkanlık sistemidir. Öyle bir anayasa, öyle bir hükümet modeli koyalım ki torunlarımız da rahat etsinler”

Tarih 27 Mart 2016 “Başkanlık sistemini benimseyen anayasa için her türlü adımı atacağız” demişti…

Getirilen bu başkanlık sisteminin torunlarımızın bile rahat edeceğini vaat ederek savunmuşlardı… Hadi vatandaşa bir soralım… Bırakın torunları şimdiki zamandan bahs edelim… Bu tek adam rejiminden dolayı arzu edilen, vaat edilen refah seviyesine ulaştınız mı? Alım gücünüz arttı mı? İşsizlik azaldı, dolar 1 TL oldu mu? Diye sormak lazım…

Ahmet Davutoğlu konuşmasına şöyle devam etti;

Anayasadaki idari vesayet yetkisinin demokratikleştirilmesi için, mahalli idarenin hiyerarşik ilişki içerisinde olması gereken merciin, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı veya yerel yönetimlerden sorumlu yeni bir bakanlık olması gerektiği inancındadır. Siyasal sistem tercihimiz katılımcı demokrasidir. Cumhuriyetimizin demokrasi ile taçlanması geri döndürülemez bir kazanımdır. Cumhuriyetimiz ortak aidiyetimizin, demokrasi bu ortak aidiyet alanındaki doğal ve güzel farklılıklarımızın korunmasının teminatıdır. Bu çerçevede çoğulcu ve katılımcı demokrasi ve onun zeminini oluşturan sivil toplum güçlendirilecektir. Sivil toplum kuruluşlarının demokratik yönetime daha aktif katkı sağlamasının önündeki bütün engeller kaldırılacaktır. Sivil toplumun gücü büyük binalarda değil derin vicdanlarda tecelli eder. Katılımcı demokrasi, sivil toplumun siyaset kurumunu meşru yöntemlerle ve şeffaf bir biçimde etkilediği ve kamu yönetimini denetlediği bir ortamda gerçekleşir. Türkiye’de siyasi partilere ilişkin anayasal ve yasal düzenlemeler son derece kısıtlayıcı hükümler içermektedir. Partilerin örgütlenmesinden propagandasına, yönetim kademesinden teşkilat sayısına kadar her konuyu detaylı bir şekilde düzenleyen ve partilerin elini kolunu bağlayan yasaklayıcı bir anlayıştan uzak durulmalıdır. Türkiye’nin siyasetin alanını genişletecek ve parti içi demokrasiyi tahkim edecek yeni bir siyasi partiler düzenine ihtiyacı vardır. Bu amaçla, demokratik bir Siyasi Partiler Kanunu hazırlanacaktır.

AİDİYETLER DEZAVANTAJ OLUŞTURMAYACAK

Ayrıca siyasi, dini, mezhebi, kültürel, bölgesel, sosyo-ekonomik zümre aidiyetlerinin, kamu istihdamında avantaj veya dezavantaj oluşturmasının önüne geçeceğiz. Bu aidiyetlerin karar alma süreçlerini etkilemesi durumunda, çok somut şekilde hak arama yollarının açık olmasını sağlayacağız. Kamuya personel istihdamında ve meslek içi yükselme ve nitelikli görevlere seçilmelerde mevcut bulunan mülakat sistemi kaldırılacak, yerine objektif kriterlere dayalı sınavlar yapılacaktır. Ekonomi alanında temel hedefimiz âdil ve sürdürülebilir refahtır. Geçmişten tevarüs edilen büyük sermaye birikimine ve zengin enerji kaynaklarına sahip olmayan ülkemizin en önemli ekonomik güç unsurları; özgürlükçü demokrasisi, uzun yıllara dayanan serbest piyasa tecrübesi, dinamik insan kaynağı ve ekonomik fırsatlar açısından eşsiz coğrafyasıdır. Bu güç unsurlarını ekonomik etkinliğe dönüştürebilmek için ticaret ve sermaye hareketlerinde dünyaya açık, serbest piyasa ekonomisi ilkelerini benimsiyoruz. Bu çerçevede devletin ekonomideki rolünün, nesnel ve genel kurallar koymak ve bu kurallara uygunluğu denetlemek olması gerektiğine inanıyoruz. Denetim bağımsız, tarafsız ve nesnel ilkelere bağlı olmalı, asla bir baskı aracı ve tehdit unsuru olarak kullanılmamalıdır. Asya, Avrupa ve Afrika ana kıtasının merkezinde ve önemli denizlerin ve ekonomik havzaların kesişim hattında bulunan coğrafi konumumuz, mal ve hizmet üretimi, enerji, tarım ve ticaret stratejilerimiz bağlamında, en etkin şekilde değerlendirilecektir.

DIŞ POLİTİKA İÇ SİYASETİN KONUSU OLAMAZ

Dış politikanın ülke içi siyasi rekabetin değil, Türkiye’nin çıkarlarının konusu olması gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’nin, 21. yüzyılda dünyadaki saygın yerini koruması ve daha da geliştirmesi için demokratik değerlere yaslanan, küresel kamplara sıkışmayan, dünyada yaşanan jeopolitik dönüşümü dikkate alan ve bölgesel kısır döngülere itibar etmeyen bir dış politika perspektifine sahip olmasını hedefliyoruz. Bugün küresel kırılganlıkların ve bölgesel çatışmaların oluşturduğu bir jeopolitik ortamda bulunan ülkemizin, bir istikrar adası olma hüviyetini korumanın, en önemli vazifelerimizden birisi olduğunu düşünüyoruz. Bu çerçevede ABD ile inişli çıkışlı seyreden ilişkilerimiz kurumsal ve süreklilik arzeden bir çerçeveye oturtulacak, NATO bünyesindeki ittifak ilişkilerimiz ve AB üyeliği yönündeki stratejik perspektifimiz korunacak. Türkiye, Batı ile yaşadığı sorunları yine Batı içerisindeki tartışmaların öncüsü olarak, orada müttefikler bularak daha etkin bir şekilde çözebilir. Buna ilaveten, başta Rusya ve Çin olmak üzere Asya derinliğindeki ilişkilerimiz güçlendirilecektir. Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Ortadoğu gibi komşu bölgelerde ve yakın coğrafyamızda kalıcı istikrar ve barışı temin edecek öncü ve vizyoner bir rol benimsenecektir. Afrika, Asya ve Latin Amerika derinliğinde geliştirilen açılım politikaları kararlı bir şekilde çeşitlendirilecek, bölgesel ve küresel örgütlerdeki aktif katılımımızla uluslararası barışa katkı sağlanacaktır. Ülkemizin, tarihinden güç alarak, modern dünyanın saygın ve müreffeh bir üyesi olmasını arzuluyoruz. 20. yüzyılın kampları arasına sıkışmayan, kısa vadeli taktiksel kazanımları uzun vadeli çıkarlarımıza tercih etmeyen, dış politika çıkarlarımızı iç politika tartışmalarından ayırt eden bir 21. yüzyıl vizyonuna yaslanıyoruz.

DİPLOMATİK SÖYLEM DEĞİŞECEK

Bu bakış açısı, ulusal güvenliğimizi kalıcı politikalarla teminat altına alırken, ülkemizin küresel ve bölgesel düzlemlerde siyasi ve ekonomik ağırlığını muhafaza etmesini sağlayacaktır. Bu bağlamda, diplomatik söylem ve iletişim dili tümüyle değiştirilecektir. Diplomaside içeriği boşaltılmış popülist yüksek retorik ve iletişim dili hem rasyonel diplomasiyi engellemekte hem ülkemizi iletişim kazalarının yol açtığı suni krizlerle karşı karşıya bırakmakta, hem de uluslararası itibarımıza zarar vermektedir. Diplomatik söylemde hiçbir uluslararası aktörü dışlamayan, insanlığa karşı terör ve kitle imha silahları suçu işlememiş herkesle ve her kesimle diyaloğa açık ve insanlık vicdanına hitap eden bir diplomatik söylem dili benimsenecektir. Kurumsal yenilenme bağlamında ise dış politika yapım süreçlerinde demokratik katılımı artıran ve kurumsal akılları devreye sokan bir yaklaşım benimsenecektir. Son dönemde kişiselleştirilen ve yetkisiz aktörlerin devreye girmesiyle kurumsal niteliği zaafa uğrayan diplomatik ilişkilerin, köklü devlet tecrübemize dayalı bir şekilde yeni bir ahenge kavuşturulması zaruridir.

Bu bağlamda parlamentomuzun, kurumlarımızın ve sivil toplumun dış politika yapım süreçlerine katkısını artırmanın, dış politikamızın meşruiyet ve etkinlik zeminini güçlendireceğine inanıyoruz.

PSİKOLOJİMİZİ YENİLEMELİYİZ

Milletimiz toplumsal farklılıklarımızı ve kırılganlıklarımızı kendisine siyasi sermaye yapanların, geleceği inşa edemeyeceğini görmektedir. Milletimiz korkularla ve tabularla siyaset yapanların ülkemizi yarınlara taşıyamayacaklarını bilmektedir. 20. yüzyıla ait sorunlarla siyaset yapanların, Türkiye’nin 21. yüzyılına sunacakları bir vizyon bulunmamaktadır. Türkiye yeterince geçmişte yaşadı. Türkiye’nin bugününü yönetemeyenler de hep geçmişe sığındılar. Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına ulaşmak üzere olduğumuz bu zaman diliminde, ülkemizin sorunlarının çözümü güçlü bir gelecek tasavvuruyla mümkündür. Türkiye’nin geçmişte bırakması gereken sorunlardan beslenenlerin, ortaya çıkardığı karamsar tablo baştan aşağı değişecektir. Şimdi yapmamız gereken, zihinlerimizi özgürleştirmek, psikolojilerimizi yenilemek, toplumsal bağlarımızı güçlendirmek, esaslı muhasebeler yapıp isabetli dersler çıkarmak ve ortak geleceğimiz konusunda atılması gereken adımları atmaktır. Bu ortak hedef doğrultusunda kanaat önderlerimizi, aydınlarımızı ve her siyasi kesimden vatandaşlarımızı ortak vicdanımız, ortak aklımız ve ortak irademiz temelinde ortak geleceğimizi belirlemek için omuz omuza vermeye davet ediyoruz. Partimiz temel hak ve özgürlüklerin korunduğu, ayrımcılıkların son bulduğu, adil ve müreffeh bir Türkiye vizyonu ile yola çıkmaktadır. Rabbimden, ülkemizi yarınlara umutla taşıyacak “Gelecek Partisi’nin hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Exit mobile version